“İyi bir dövüş sanatçısı sinirlenmez, hazırlanır!”
Bruce Lee
Korku dediğimizde aklımıza “bir tehdit veya saldırı karşısında pasif kalıp tepki verememe, panik halinde ürküp geri adım atma” durumu gelir. Mesela karşınızda sorun yaşadığınız bir insan olduğunu düşünelim; üzerinize sert sözler söyleyerek gelirken davranışlarınız alttan alma, çekinme şeklinde olursa, burada bir korku davranışı sergilemiş olursunuz. Fakat korku sadece bu ve benzer durumlarda pasif kalmakla ilgili bir durum değildir; her şeyde olduğu gibi bu olgunun da farklı prensiplerle çalışan, birbirlerine zıt iki yönü vardır. Az önce örneklediğim pasiflik bunlardan biri ise, bir diğeri de öfke ve saldırganlıktır. Bu zıtlar tıpkı iki farklı lego parçası gibi, birleştiklerinde korkunun mekanizmasını tamamlamış olurlar. Bütünü birlikte oluşturdukları için biri olmadan diğerinin de herhangi bir anlamı olamaz sizin anlayacağınız.
Aslına bakarsanız, ilk bakışta öfke ve saldırganlığı korku ile ilişkilendirmenin size çok da mantıklı gelmediğinin farkındayım. Çünkü mevcut algıya göre düşünürsek, bir insanın kendisini savunurken öfkeli ve saldırgan olması sanki korkmadığına işaret ediyormuş gibi gözükür. Fakat birazdan açıklamaya başladığımda siz de bunun böyle olmadığını ve gerçekte saldırganlığın da özellikle tehdit ve tehlike altındayken verilen bir korku tepkisi olduğunu anlayacaksınız. Saldırganlığı cesaretle ilşikilendirmenin doğru ve mantıklı bir tarafı da vardır aslında; çünkü sadece korkan insanın cesarete ihtiyacı vardır. Ve yine sadece korkan insan saldırır! O halde tehlike ve tehdit yoksa korku da yoktur. Peki o zaman tehlike ve tehdidi yaratan nedir? Korku olabilir mi?
Korkan saldırır!
Gece uykunuzun en ağır olduğu bir anda, duyduğunuz tıkırtılar yüzünden irkilerek yataktan fırladınız! Yavaşça kalktınız ve zihninizde “acaba hırsız mı var?” sorusu beliriverdi…İçinizde yükselen heyecan ve korku ile bulduğunuz en caydırıcı nesneyi elinize alarak dikkatli ve sessiz bir şekilde sesin geldiği yöne doğru ilerlemeye başladınız. Baktınız, kayda değer tehlikeli bir durum gözükmüyor. Fakat tam olarak emin olamadığınız için etrafı biraz daha dikkatlice kontrol etmeye başladınız. Görünürde hırsız filan yok. Kapı, pencere gayet sağlam ve herhangi bir soruna rastlanmıyor. Biraz daha araştırdıktan sonra anladınız ki ses, kedinin masadaki kitabı yere düşürmesinden kaynaklanmış. Rahatladınız. Ama eğer gürültü hırsızdan geliyor olsaydı ve de size saldırmaya kalksaydı ne yapardınız? Muhtemelen elinizdeki nesneyi kendinizi korumak için silah olarak kullanmakta bir an bile tereddüt etmezdiniz, değil mi? Ve bunu yaparken de son derece öfkeli ve saldırgan olurdunuz. Gayet doğal. Peki bu his ve davranışları tetikleyen şey ne olacaktı? Tabii ki korku…Elinize silah alıp kendinizi savunma isteğinizin de, tedirgin ve dikkatli oluşunuzun da, saldıracak olmanızın da sebebi korkudur.
Çoğumuz bu hayatta bir köpek saldırısı ile karşılaşmış veya buna şahit olmuşuzdur. Hatırlayın; karşınıza agresifçe hırlayan bir köpek (siz bunun yerine herhangi bir canlıyı da koyabilirsiniz) çıktığında ilk tepkiniz ürkmek, sonra da ondan daha agresif bir şekilde üstüne gidip kovalamak olmuştur (ya da kaçmak). Burada net olarak olan şudur; saldırdınız çünkü korktunuz! Siz belki his olarak korku içinde olmadığınızı, hatta tam tersi korkusuz olduğunuzu düşünebilirsiniz ama korktunuz. Sadece öfkeniz yüksek ve davranışınız saldırganca olduğu için korkuyu algılayamadınız, hepsi bu… Korkunuza karşı cesurca bir girişimde bulunudunuz. Korkunuz korkunuza galip geldi bir bakıma.
Savunmada dinamik ve atak olmak
Sürekli agresif olan insanlar için savunma (veya kendini ifade) gerçekten ciddi bir sorundur. Bu tip insanların savunmada öfke ile şiddet uygulamak dışında bir maharetleri yoktur; stratejik düşünemez, mantıklı hareket edemezler. Zor ve güç kullanmak dışında pek bir şey bilmezler. Bu yüzden de güç asla kaybetmek istemedikleri bir şey haline dönüşmüştür onların zihinlerinde. Çünkü gücü sürekli aktif kullanmak gücü beslemek, ondan yoksun olmamak anlamına gelir. Aksi halde bundan yoksun kalırlarsa zayıf düşeceklerini düşünürler. Güç kullanma bağımlılığının psikolojik temeli de bu olabilir. Burada, güce sahip olmanın gereksiz bir şey olduğunu söylemiyorum. Tam tersi, güç hayatta kalmak için gereklidir. Sorun, güce sahip olma saplantısının kişiyi kontrol altına alıp yok etme noktasına getirmesidir. İnsanı savaşçı yapan nedir? Kendini kontrol gücü! İşte güç budur. Ne diyor Bruce Lee? “İyi bir savaş sanatçısı sinirlenmez, hazırlanır.”
Öfke düşmanın içimize sızmış halidir; yorar, hata yaptırır, yıpratıp zayıf düşürür. Düşmana bundan daha büyük hizmet mi olur… Zaferin ilk koşulu rakibe değil kendine hükmetmektir. Kendine yenilmeyen kimseye yenilmez. Bu hayatta neyin mücadelesini verirseniz verin bu kural değişmez. Sabır ve akılla…
Unutmayın; ancak, rakibini nasıl yeneceğini bilmeyen insanlar öfke ile şiddete yönelirler.
Ara ara “saldırganlık” derken önüne “öfke” ve “şiddeti” de koyuyorum. Nedeni de şu; bir insanın saldırgan olabilmesi için önce öfkeleniyor olması gerekir. Şiddet de saldırganlık sırasında açığa çıkan enerjidir. Korku ile başlayıp şiddetle devam eden durumun da yapısal bir sıralaması vardır. Ben bunu “korku-öfke-saldırganlık-şiddet ekseni” olarak ifade etmeyi uygun görüyorum.
Yazıyı okuyanlarda farklı bir algı oluşmaması açısından şuna da değinmek isterim; saldırgan olmakla atak ve dinamik olmak çok farklı şeylerdir. Öfke ve saldırganlık kirli ve karanlıktır; yorucu ve pişmanlık vericidir. Dinamizmde ise şevk ve mutluluk vardır; dinamik bir zihin daha az yorulan ama daha verimli işler yapabilen atak bir beden yaratır. Atak bir beden esnek ve hızlı olabilir. Öfke halindeyken ise bedeninizin esnekliği yüzde yüz kaybolur. Dövüşte esnek olmayan katı bir bedene sahip olmak insanı yorar. Öfke ile gelen hız da tehlikelidir. Aracı limitlerine kadar zorlayıp en sonunda takla atmaya benzer öfke ile saldırmak. Önemli olan; öfke ve saldırganlık gibi güçlü enerjileri olumlu bir yöne kanalize edebilmektir. İnsanlar, standart kabullerden dolayı öfke ve saldırganlığa getirilen eleştiriyi, savunma bağlamında pasifist bir düşünce olarak algılarlar. Böyle düşünen insanlara şunu hatırlatmak isterim; sorunlar karşısında öfke ve saldırganlığın çözüm olduğunu düşünüp bunun “erkekçe” olduğu hissine kapılmak bugünün dünyasında çok ciddi bir psikolojik soruna işaret ediyor olabilir. Evrimsel açısından baktığımızda böyle hissetmenin çok geçerli rasyonel bir tarafı olduğu da muhakkaktır, o ayrı. Önümüzdeki başlığın 4. paragrafında özellikle bunun mantığına kısaca değineceğim.
Korku-öfke-saldırganlık-şiddet ekseninin bizim için anlamı, avantaj ve dezavantajları nelerdir?
Ben öfke ve saldırganlığın, bir başkasının bize vereceği zararın derhal bertaraf edilmesi için gösterilen bir baskın çıkma tepkisi olduğunu düşünüyorum. Bu tepki “sözlü” ve “fiziksel” olarak ikiye ayrılır. Aynı zamanda ara tonları çok olan geniş bir skalası olduğunu söylemek de mümkündür. Mesela 1’den 100’e kadar bir derecelendirme yapsak; örneğin, yolda yürüken birinin dikkatsizce size çarpması 10 birim tepki doğurursa, aynı kişinin tehditkar bir şekilde gözünüzün içine bakarak uygunsuz sözler söylemesi 100 birim tepki doğurur. Buradan da şunu anlıyoruz; biz en şiddetli tepkiyi varlığımız bir tehdide maruz kalınca, bir de egomuzu incitecek söz ya da hareketle karşılaşınca veriyoruz.
Tepkinin derecelendirilmesi ile ilgili olarak şunu da eklemek isterim; “Korkunun İşlevi” başlığını taşıyan bir önceki makalemde meselenin aslında kişisel olduğunu söylemiştim. Mesela sizin çok korktuğunuz bir yüz/insan (ya da başka bir nesne) başkası için aynı etkiyi yaratmayabilir. Kolektif bilincin yaşadığı ortak korkular hariç, özelde korkuyu subjektif değerlendirmek gibi bir yönelime de sahibiz. Bunun da nedeni, her bir insanın beynindeki nöronal bağlantı yapısının bir başka insanınkine benzemeyecek kadar eşsiz ve kişiye özgü olması olabilir. Hali ile böyle olunca, herkes ile aynı amigdalayı taşısak dahi korkuya dair değerlendirmelerimiz de bize özgü olabiliyor. Herkesle aynı şeylerden korkmadığımız gibi, herhangi bir şeyden de aynı düzeyde korkmayabiliyoruz yani. Mesela herkes fareden korkmaz; korkanlar da kendi içlerinde az korkan çok korkan diye ayrılır.
Aslına bakarsanız insanın korktuğu şey gerçekte karşısında duran kişi (veya bir nesne ya da bir olay) değil ona yüklediği anlamın kendisidir. Yani insan korkacağı şeyi kendi zihni ile yaratıyor da olabilir. Eğer öyleyse, bu demektir ki, insan aslında kendisinden korkan bir varlıktır. Burada olmayan bir korkuyu yaratmaktan bahsetmiyorum; herhangi bir şeye kendi zihnimizle bir takım anlamlar yükleyip, o şeyi korkup tepki verilecek bir başka şey haline dönüştürmekten bahsediyorum. Sırtlan saldırgan bir canlıdır. Doğal ortamda sanki karşısında sırtlan değil de geyik varmış gibi hareket edebilen insanlar da var. Nasıl olabiliyor? Olabiliyor çünkü korkuları kontrol altında. Biyolojik olarak insanın da diğer memelilerden pek bir farkı yoktur. O halde, doğaya baktığımızda da gördüğümüz üzere, saldırıya uğramanın ya da saldırganlaşmanın korku ile bir bağı olduğunu söyleyemek mümkündür.
Konuya dönelim…Korku ve saldırganlık aslında canlıların hayatta kalmasını sağlamak için gereken donanımsal özelliklerdir. Öyle ki, korku olmasa tehlike karşısında dikkatli olmaz ve bu yüzden dolayı da biyolojik bedenimizi çok kolay kaybediyor olurduk. Korku mekanizması olmasa, doğada karşılaştığımız ve hayatımıza kasteden herhangi bir canlıya karşı tepki koyamaz; öfke ve saldırganlık da olmasaydı düşmanla mücadele edecek fiziksel güce sahip olamazdık. Kısacası korku bize zarar verebilecek şeylerden sakınmak, önlem almak için vardır. Mesela çocukken eliniz ateşe değdiğinde bir korku yaşarsınız. Ve bu korku size hayat boyu ateşten korunmanız gerektiğini hatırlatır. Aslında korku en iyi, en samimi ve en başarılı öğretmendir. Korku iyidir. Kötü olan onu yönetememektir.
Dediğim gibi; tüm bunların evrimsel açıdan bir yararı olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Ancak, bir avantaj olarak sahip olduğumuz, ve davranışsal kökleri milyonlarca yıl öncesine dayanan bu özellikler, günümüz dünyasında sorun çözmek için pek işe yaramıyor. Yaramadığı gibi, üstelik yaşamımıza zarar da verebiliyor.
Mesela bundan birkaç bin yıl önce mağduriyet yaşadığınız bir olayda kendi sorununuzu kendiniz çözmeye çalışırken ölçüsüzce şiddet uygulayabilirdiniz. Fakat bugün böyle bir şey yapamazsınız. Şehirleşme ile birlikte ortaya çıkan düzen ve yasalar buna asla izin vermez. Ve bu kesinlikle iyi bir şey. Çünkü sistem ve yasalarla korunan bir düzenin sahibi olmasaydık, kargaşa yüzünden medeniyet geliştirebilme olanağına da sahip olamazdık. Fakat bu yeni düzenli koşulların bireysel hayatımızı etkileyen bazı olumsuz sonuçları da olmuyor değil.
Ne gibi mesela?
Biyolog Prof. Sinan Canan’ın çok güzel bir tespiti vardır; “bir canlı türü olarak insanın sosyolojik evrimi biyolojik evriminden çok daha hızlı ilerliyor. Bu da, halen yüzbinlerce yıl önceki biyolojik ayarlarla yaşayan insanın hızla değişen bugününün sosyal yaşamına uyum sağlamakta zorlanmasına neden oluyor.” Bu tespite göre düşünürsek; kendisini tehdit ve saldırılardan korumaya çalışan bir insanın doğasındaki öfke ve saldırganlığı kontrol edememesi çok ciddi sosyal sorunlar yaşamasına neden olabiliyor. Mesela insanlarla ilişkilerinde yaşadığı problemler kendisi için kişisel soruna dönüşebiliyor. Daha kötüsü, sosyal ilişkilerde başarısız olmamak için bu eğilimlerini baskılamak zorunda kalıyor ve bu da derin stres ve depresyon başta olmak üzere bir çok psikolojik problemin doğmasına neden olabiliyor.
Bunun dışında diğer sorun da, insanların düzen ve yasa gereği kendi bireysel güvenliklerini başkalarına teslim etmek zorunda kalmalarıdır. Öyle ki, saldırı anında yanınızda sizi koruyacak resmi bir görevli yoksa (ki olmaz), kendinizi savunurken öfkeli ve saldırgan davranırsanız haklı bile olsanız haksız duruma düşebilirsiniz. Pasif ve saldırganların şöyle bir sorunu vardır; onlar için zaten birçok şey tehdit ve kişiliğe saldırıdır. Kendilerini savunmak adına ani tepkisel davranışlara yönelmelerinin sebebi de muhtemelen dış dünyayı böyle algılıyor olmalarındandır. Tehlike ve tehdit karşısında ani tepki verebilmek hayati derecede önemlidir elbette. Burada olumlamadığım “ani tepki”, birazcık panik halinde saçmalakla ilgili olandır.
O yüzden, bir savaş sanatı eğitmeni olarak şunu hep söylerim; dövüşün tekniğini bilen insandan zarar gelmez. Asıl tehlikeli olan ne yaptığını bilmeyen insandır; korkudan kontrolünü kaybeden insan, karşısındakine gereksiz yere zarar verebilme potansiyeline sahiptir. Tabii ki asıl olarak kendisine!
Sonuç olarak; kendimizi, korkunun öteki çıktısı olan öfke ve saldırganlıkla korumaya çalışmak aslında “kendimizi korumak” anlamına gelmiyor. Akıl dışı davranıp adeta saçmalamış oluyoruz. Oysa ne yaptığını bilen; hareketlerini stratejik bir amaca göre organize eden; farkındalığı yüksek, yeni ve akılcı beynini iyi kullanabilen; kısacası öfke ve duygu durumu kontolünde başarılı olan insan kendisini her açıdan çok daha iyi savunabiliyor. İşte bunu sağlayabilecek bir öğreti ve disiplin olarak da, herkesin savaş sanatı eğitimi almasında yarar olduğunu düşünüyorum.
Kendimizi dış dünyadaki tehlikelerden korumak için ihtiyaç duyduğumuz korkuya, dış dünyayı kontrol edebilir bir bilinç düzeyine geldiğimizde belki de hiç ihtiyaç duymayacağız. Savaş sanatındaki “yol” ve “erdem” kavramları da bu bilinç düzeyine ulaşmak için vardır esasen.
Biz aslında dengeyi bilmediğimiz için pasif veya saldırgan davranıyor da olabiliriz. Benim için savaş sanatında denge, eşitlikten ziyade yaşamda “makul ve uygun olan”ı ifade eden bir kavramdır. Buna göre, siz zihin olarak dengede değilseniz yani makul ve rahat olan bir durumu yaşamıyorsanız, korkunun pasif veya agresif hallerinden biri ile yüzleşmek durumunda kalabilirsiniz. Mesela tehdit ve saldırıya maruz kalabilirsiniz; aşağılanıp küçümsenebilirsiniz. İnsan taşıdığı zihnin sonuçlarını yaşar. Pasif bir zihniniz varsa hayatınız bu zihinle şekillenir. Agresifseniz aynı şekilde. Ve deneyimlerde buna göre yaşanı.
Bilenler bilir; Dustin Hoffman’ın başrolünde yer aldığı, 1971 yapımı “Köpekler” (Straw Dogs) adlı bir film vardır. Film, rahatsız oldukları karmaşa ve şiddet ortamından kaçıp daha sakin bir hayat sürmek için İngiltere’de bir kasabada yaşamaya karar veren entelektüel matematikçi David Sumner ve karısının hikayesini anlatır. Fakat çift yeni geldikleri yerde bırakın sükuneti yaşamayı, tam tersi sürekli taciz ve şiddete maruz kalırlar. David Sumner bu durum karşısında önce hiçbir şey yapamaz; cesareti sıfırdır ve tamamen pasifize olmuştur. O pasif kaldıkça karşıdan gelen şiddet ve baskı da artmıştır haliyle. Fakat bu durum bir süre sonra David Sumner’da bir takım değişikliklere yol açar. Yaşadığı içsel gerilim kısa sürede öfkeye, öfke de bir kırılma anından sonra aşırı şiddet gösterisine dönüşür. O naif ve entelektüel Sumner gitmiş, yerine rakipleri karşısında artık tanınmaz hale gelen bir canavar gelmiştir adeta. Sonuç olarak, kendini ve karısını savunurken hepsini ölçüsüz bir şiddetle alt eder. Pasif bir adamın şiddete yönelişini anlatan bu hikayeden anlaşılması gereken bir şey daha var: Bir gün, korkup kaçtığınız şeyin kimliğine bürünmek zorunda kalabilirsiniz. Mesela şiddete “şiddetle” karşı çıkmak farkında olmadan sizin o şeye ilgi duymaya başlamanıza da neden olabilir. Çünkü siz bilinçli olarak reddetseniz dahi zihniniz altta devamlı buna odaklanıyordur. Oluşan saldırganlık ve şiddet zihni uykudan uyanmayı bekliyor olabilir. Ve yılllarca kaçıp zihninizde biriktirdiğiniz şeyin bir gün usta bir uygulayıcısı haline de dönüşebilirsiniz, dikkat!
Peki biz korkmadan ve saldırganlaşmadan da kendimizi savunmayı/ifade etmeyi beceremez miyiz acaba? Bana becerebiliriz gibi geliyor. Şunu sorabilirsiniz; “pasif olmak zaten problem. Agresif olmak da öyle. Peki biz kendimizi nasıl bir yol ve anlayışla savunacağız o halde?” Ben her ikisinin dışında bir yol olan “3. Yol”u yani savaş sanatını öneriyorum. 3. Yol, fiziksel veya sözlü dövüşte diğer iki davranışın özelliklerini kontrol edebilen alternatif bir savaş yoludur.
Korku ya da düşman; eksik tanımladığınız, farkına varamadığınız her şey sizi kontrol eder. Kontrol edemediğiniz şeyler de size zarar verir. İşte bu yüzden korkuyu anlamak adına onun sadece pasiflik boyutunu değil öfke ve saldırganlık boyutunu da incelemeliyiz.
Esenlikler dilerim…
Naci Kesener
SAVAS Bireysel Savunma Sistemleri Kurucu Eğitmeni