DÖVÜŞE GİDEN YOLDA 3 AŞAMALI SAVUNMA

Tecrübelerle sabittir; savunmada öfkeli ve agresif tepki vermek kaçınılmaz olarak hareketlerin karambol bir şekilde ortaya çıkmasına, yani savunma dengesinin bozulmasına yol açıyor.

Ancak doğal olarak bu noktada akıllara da önemli bir soru düşüyor; agresifleşmezsek gereken hareket gücünü, öfkelenmezsek de kendimizi savunma motivasyonunu nasıl sağlayacağız? Aslına bakarsanız bunları karşılamak için bize lazım olan öfkeli bir ruh hali değil, bir görev gibi hayatta kalma arzusu ve dinamik bir hareketliliktir. Özellikle belirtmek isterim ki; öfke, kompleksli ve kırılgan bir ruh hali içinde olduğumuzda devreye giren bir savunma tepkisidir. Bu psikoloji bizi çoğu zaman amatörce kontrolsüz güç kullanmaya yönlendirerek işimiz zorlaştırır.  Açık konuşmak gerekirse, panik ve korku psikolojisinin yarattığı öfke ve dengesiz saldırganlığın düşmandan daha etkili bir düşman olduğunu düşünüyorum.Kendisine yenilmeyen birini kimse yenemez; öfke düşmanın içimize girmiş halidir.

Elbette bir insan olarak bazen öfke ve nefret duygusu ile tepki vermeye neden olabilecek bir durumla da karşı karşıya kalabiliriz. Öyle ki, psikopat bir saldırganın eşimizi, çocuğumuzu veya bizi hedef alması durumunda psikolojimizi kontrol edebilmek mümkün olmayabilir. Ancak söz konusu savunma olduğunda, şartlar ne olursa olsun savaş sanatının yaptığı şu öneriyi de ciddiye almakta yarar var: Önce savun sonra öfkelen. Öfke, dengesiz bir zihnin insanı yaktığı ateştir!

Bruce Lee’nin de dediği gibi; “savaş sanatçısı sinirlenmez, hazırlanır.” Savunmaya, duyguları bir kenara bırakarak göreve hazırlanır gibi hazırlanmak, hareket halindeyken coşku ve dinamizm sahibi olmak bu açıdan önemlidir. Bu esasen pozitif ve kararlı bir tutuma sahip olmakla da ilgili bir bilinç meselesidir. Çünkü öfkeye bağlı saldırganlıkta siz, siz değilsinizdir yani kararlarınız sizin değil biyolojinizin etkisindedir 

Zihinde neler oluyor? 

İşin ilginç yanı ise, zihnin bu kontrolü sağlayacak psikolojik bir hakimiyete sahip olması, onu otomatik olarak kavga ve tartışma frekansının dışında tutacak şekilde değiştirebiliyor. Çünkü teknikleri çalışırken sadece bedeninizi eğitmiyor, girişte ifade ettiğim gibi, uygulamaları öfkelenmeden yapabilmek için zihninizi eğitmiş oluyorsunuz. Yani zihniniz öfkelenmenize yol açan biyolojik faktörler üzerinde bir kontrol sağlama becerisi kazanıyor. Böylece zihinsel varlığınız bir tartışma yaşayabileceğiniz frekansın dışında kalınca bedeniniz de dövüşe alet olmuyor. Bu becerinin bence en önemli çıktılarından biri de zihninizin gerçekte neye sinirlenip sinirlenmemesi gerektiği konusunda bir ayrım yapabilme seviyesine gelmesidir. Bu birçok savaş sanatçısının ara ara tecrübe ettiği bir durumdur. (ara ara diyorum, çünkü bunu başarabilmek, yazının ilerleyen kısımlarında da ifade etmeye çalışacağım gibi o kadar da kolay olmayabiliyor.)

Peki bu ne kadar mümkün? Bana göre antrenmanlardaki dövüş simülasyonları yani canlandırmalar zihnin bu seviyeye gelmesini sağlayabilir. Çünkü simülasyonlar içinizdeki tartışma ve kavga etme eğilimini tatmin edip enerjinizi boşaltmanıza yol açabiliyor. Hatta bu enerjiyi daha yararlı işlere yönlendirebilir hale gelerek günlük yaşamda da daha yaratıcı, kontrollü ve olaylara farklı açılardan bakabilen bir insan da olabiliyorsunuz.

Ancak bu teoriler savaş sanatı çalışan kişilerde gözlemleniyor olsa da, bu konuda yapılmış herhangi bir bilimsel çalışma olmadığı için kesin bir şey söyleyemeyiz. Dürüst olmak gerekirse, çalışmaları bu bilinçle yapsanız dahi zihni kalıcı olarak dönüştürebilmek o kadar da kolay olmayabiliyor. Sebebi de, beynimizdeki öfke ve saldırganlık gibi davranış ve yönelimleri kontrol eden devrelerinin, zihnimizi sakin tutmayı ve eğitmeyi sağlayan üst beyin devrelerinden çok daha baskın ve etkin olmasından kaynaklanıyor. Çünkü beynin kızgınlık, öfke, şiddet ve saldırganlık gibi duygusal davranışları organize eden devreleri, rasyonel düşünen beyin devrelerinden çok daha önce evrimleşmiş durumda. Üst beyin devreleri ise kıyasla çok daha yeni ve negatif duygusal davranışları kontrol edebilme konusunda da henüz o kadar etkin değil maalesef.

Öfke ve saldırganlık devrelerine sahip olmanın mantığı ise, düşmanlarla başa çıkma, hayatta kalma, barınma, yeme-içme gibi temel ihtiyaçları gerçekleştirmede zorlandığımızda beynin bizi mücadele/dövüş eksenine sevk etmesidir. Ancak bizi sözlü ya da fiziksel bir tartışmaya çeken nedenler sadece temel ihtiyaçlar değil elbette. Mesela varoluşsal bir benlik duygusuna sahip olan her insan haksızlığa uğradığında, kendini değersiz hissedecek bir muameleye maruz kaldığında, sözüne önem verilmeyip hiçe sayıldığında veya bir şekilde kandırıldığını hissettiğinde, hiç düşünmeksizin bir anda tartışma ve saldırganlık moduna geçebiliyor. İşte, ister psikolojik olsun isterse biyolojik, bu tip durumlarda tepkinin bir anda olması (veya böyle bir durumun ortaya çıkması) doğrudan beynin eski devrelerinin biz farkında olmadan otomatik olarak etkinleşmesi ile gerçekleşiyor. Bu durumu kontrol altına alabilmek için rasyonel beyni (prefrontal korteks) devreye sokabilmek de, o an yaşanılan olayı idrak etmek gerektirdiği için, mantıklı tepki verebilmek öteleniyor.

Yani hayatta kalmak için hızlı tepki vermeye programlanmış olan biyolojik bedenimiz, savunma gereken durumlarda zaman kaybetmemek adına beynin alt devrelerini rasyonel düşünen beyin devrelerinden çok daha önce etkinleştiriyor. Ya da şöyle diyebiliriz; tehdidi derhal bertaraf etme ve hayatta kalma arzusu, tepki vermede geç kalma korkusu ile birleşince rasyonel düşünen tarafımızı yok sayıyoruz. Oysa, konumuz itibari ile düşünürsek; bizi asıl koruyacak olan mantık devrelerimiz olacaktır. İşte o yüzden savaş sanatındaki en önemli meselenin de beynin rasyonel dövüşçü devrelerini duygusal dövüşçü devrelerinden daha hızlı ve düşünmeksizin harekete geçirmek olduğunu da belirtmek isterim. Duyguları yok sayarak değil yöneterek elbette! Psikolojik hakimiyet dediğimiz şey de bundan başka bir şey aslında. 

Bedenimiz, tehlike ve saldırı karşısında  hayatta kalmak için otonom tepki verecek şekilde evrimleşmiştir. Bu tepki, milyonlarca yıllık genetik aktarımla bize geçen, herhangi bir teknik ve bilişsel bilgi içermeyen doğal bir savunma tepkisidir. Zihnin ve bedenin belli bilişsel bilgilerle eğitilerek savunmayı teknik düzeyde otonom tepki verecek hale getiren de savaş sanatıdır.

Özetle, milyonlarca yıllık evrimsel sürecin bir ürünü olarak insan, ne kadar farkındalıklı bir zihne sahip olsa da söz konusu yaşamsal bir problem olduğunda bu eski devrelerin bir anda etkinleşmesine mani olamayabiliyor. Bu da, her ne kadar diğer canlılardan farklı olsak da, henüz kendi kendimizi bilinçli farkındalıkla yönetecek kadar gelişmiş bir insan olmadığımızı gösteriyor bence. 

Bu da demek oluyor ki, insan adeta her an bıçak sırtında yaşayan bir varlık olarak kendi iradesinin dışında bir tartışma ve dövüş frekansına girebilir. İşte bu noktada da mutlak surette savaş sanatının fiziksel tekniklerini bir sigorta olarak düşünmeli, gerektiğinde kendimizi savunmaktan geri kalmamalıyız. Öyle ya, söz konusu hayatta kalmak olduğunda ne yapacaksınız? Ne kadar iyi niyetli ve naif olursanız olun zihniniz biyolojinizin beklentilerinin etkisine girdiğinde mücadele etmek zorunda kalacaksınız. Dolayısı ile sanatın felsefesini ve zihnini antrenmanda bir kenara bırakıp ofansif bir fiziksel çalışma yapmaya kanalize olmak gerekecektir. 

3 aşamalı savunma 

Fiziki saldırı veya tehdit aslında bir sonuçtur. İnsan bu sonuca,  farkında olmadığı bir dizi zihinsel sürecin sonunda gelir. Bu yüzden biz savunmayı 3 aşamalı olarak ele alır, ilk aşamayı devreye sokamadığımızda 2. aşamaya, ikinci aşamayı devreye sokamadığımızda ise 3 aşamaya odaklanırız.

1- İlk aşama içsel savunmadır. Bu noktada zihin fiziksel mücadeleyi yaratacak herhangi bir tasarrufta bulunmaz. Yani etki-tepki yoktur. Zihin duru ve sakin göl gibi, meditatif ve canlıdır.

2-İkinci aşama psikolojiktir. Zihnin yarattığı sonucun soyut etkileri harekete geçer. Psikolojik veya fiziksel saldırı başlamak üzeredir. Yaklaşımlarınız az sonra yaşanacak olanları yaratacakır. Örneğin korku ile pasif davranış sergilememek rakibinizin size daha saldırgan bir üslupla yaklaşmasına engel olur; aynı şey öfke ile rakibinizi tahrik etmeyince de olur. Bu psikolojik savunmadır işte.

3- Üçüncü aşama ise fizikseldir. Bu aşamaya, zihniniz 1. veya 2. aşamayı etkinleştiremediği için gelirsiniz ve hayatta kalmak için bir sigorta olarak fiziksel hareketler kullanmak zorundasınızdır.

Bunu da devreye sokamazsanız son noktaya gelmiş olursunuz. Son nokta sakatlanmak, yaralanmak ve hatta ölümle sonuçlanabilecek noktadır.

Soru şu: zihni tartışma veya kavgaya neden  olmayacak bir noktaya getirebilmek için beyin ne kadar güvenilir olabilir? Sinirbilimciler beynin asla güvenilir olmadığını ifade ediyorlar. Yani zihniniz bir takım bilişsel özelliklerle donanmış olsa da ne kadar iyi eğitilmiş olduğunu kestiremeyeceğiniz beyniniz sizi yarı yolda bırakabilir. Dövüşün tekniğini sanki her an kullanacak şekilde öğrenmek de işte bu yüzden çok ama çok önemlidir. 

Peki, psikolojik hakimiyet ve fiziksel bedeni dövüşte kullanabilme becerisini nasıl geliştireceğiz? Bu sorun nasıl bir eğitimle çözülür? Teknik hareketleri figüratif uygulama mantığından çıkartıp saldırıyı psikolojisi ile birlikte gerçekçi simüle ederek. Böylece öğrenci olası bir saldırıda fiziğini eğittiği zihni ile psikolojisini kontrol ederek kullanabilecek. Bu konudaki öneri ve görüşlere “Eğitim”, “Realite”, “Kaos Teorisi” ve “Fiziksel Teknikler” adlı bölümlerde sık sık ele alacağız. Çünkü asıl meselemiz bildiklerimizi uygulayabilmek!

0 Paylaşımlar

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

X