Korku, canlıların hayatta kalabilmeleri için tehlike ve tehditlere karşı uyanık olmalarını sağlayan biyokimyasal bir UYARAN olup, hayat tecrübesinin en önemli ve öğretici ögesidir. Öyle ki, bir daha yapmamaya, veya yapacaksak da temkinli olmaya karar verdiğimiz her şeyde korku duygusunun etkisi vardır. Mesela çok sıcak bir şeyin tutulmaması gerektiğini ya bunu tecrübe ederek, ya da etmiş olan birinin sıkı uyarılarına kulak vererek öğreniriz. Mesela ağacın tepesinde almamız gereken bir şey varsa, önce alıp alamayacağımıza dair bir endişe yaşar, yaşamsal bir tehlike varsa korkar ağaca çıkmaktan vazgeçeriz; veya zarar görmeden nasıl çıkılacağını düşünürüz. Bunun temelinde de ya bizim ağaçtan düşme tecrübemiz vardır ya da bir başkasının ağaçtan düşme deneyimine tanık olmak vardır. (Bu konuda da ayna nöronlar (mirror neurons) ve empati meselenine ayrıca değinmek lazım, çünkü ayna nöronlar ve empati yeteneğimiz olmasa ağaçtan düşen birinin durumunu anlamakta güçlük çekebiliriz)
Basitçe anlaşılacağı üzere, korku aslında öncelikle biyolojik bedenin korunması amacına yönelik çalışan bir sistemdir.
Korkunun bilimsel literatürde adına “kaç ya da savaş tepkisi” denilen bir mekanizması vardır. Bu, doğuştan gelen bir tepki olup, öğrenilemez ve öğretilemez. Girişte de belirttiğimiz gibi; mekanizma tehlike ve tehdit durumlarında yaşanan korku hissi ile aktive olur.
Örneğin bir sokak köpeği saldırmak için üzerinize gelse, önce ani bir korku durumu yaşarsınız, sonra bu korkuyu bertaraf etmek için saldırganlaşıp köpeği kovalarsınız; ya da hızlıca kaçarsınız. Sonuç olarak kaçsanız da savaşsanız da gösterdiğiniz tepki aslında yaşadığınız tehlikeden kendinizi korumak içindir ve bunu da korktuğunuz için yaparsınız. Daha ekstrem bir örnek vermek gerekirse; doğrudan hayatınıza kasteden bıçaklı bir saldırganla karşılaştığınızda yine önce korku, kaygı yaşar, psikolojik ya da fiziksel gücünüzün durumuna göre ya kaçarsınız ya da savaşırsınız. Fakat bu örnekteki tehdit durumunun bir öncekine göre çok daha fazla endişe verici olacağını düşünürsek, gösterilecek tepkinin de çok daha şiddetli ve saldırganca olacağını söyleyebiliriz. Yani diyebiliriz ki, insan korktuğu ve endişe ettiği şeyin derecesi kadar saldırganlaşabilir.
Konuya çok da uzak olmayan, psikolojik korkuya dair bir örnek vereyim; mesela karşınızdaki insanın sizin tam istediğiniz gibi davranmayacağını gördüğünüzde bu sizde endişe ve korku yaratır. Bu korkuyu gidermek için onu kontrol altında tutmaya çalışırsınız. Fakat bu pek işe yarayan bir tercih olmayacağı için sonucu istediğiniz gibi olmaz. Bu da sizi daha da çok öfkelendirir ve kontrol arzusu en sonunda saldırganlıkla kendini gösterir.
Köpek ya da bıçaklı saldırgan örneğinden devam edecek olursak; böyle durumlarda mekanizma hayatta kalmak için o kadar iyi ayarlanmıştır ki; savaşmak ya da kaçmak söz konusu olduğunda, daha hızlı hareket etmek için kalbimiz daha hızlı kan pompalar. Vücuttaki kan iç organlardan çekilerek kaslara gönderilir ki mücadele sırasında kaslarımız güçlensin. Adrenalin sayesinde müthiş bir dikkat ve odaklanma gerçekleşir. Sindirim işlevi durur. Dövüş sırasında daha iyi görebilmek için ışığa ihtiyaç vardır ve gözbebekleri bu sebeple büyür. Enerji için daha fazla oksijen gerektiğinden dolayı çok daha sık nefes alma ihtiyacı duyarız.
Tüm bu ani değişimler bedenimizin o anki zorlu koşullarda ayakta kalabilmesi için gereklidir. KST’nin korku ile olan bağına göre düşünürsek, savaşmak için cesur olmak da, “cesaretsizlik” olarak tanımladığımız “kaçma” eylemi gibi doğrudan korku faktörü ile bağlantılı olduğunu görebiliriz. Çünkü her iki davranış da olumsuz durumlardan kurtulmak adına gerçekleştirilmektedir. Sonuç olarak, bir tehdit ve tehlike karşısında nasıl davranırsanız davranın tek amaç vardır. O da biyolojik bedenin hayatta kalmasını sağlamak!
Korku yoksa panik, öfke ve saldırganlık da yoktur!
Mesela sizde örümcek korkusu varsa, hayvanı gördüğünüz anda KST siz düşünmeden devreye girer. Bu korkunun olmadığı birinde ise kesinlikle girmez. Bazı insanların acımasız ve tehlikeli olduğunu düşündüğümüz hayvanlarla arası çok iyidir. Örneğin; ortalama bir insanın gördüğü anda kaçması gereken bir sırtlan ya da aslanla koyun koyuna yuvarlanan insanlar da vardır. Demek ki, bu tür insanlar sırtlanı acımasız ve tehlikeli olarak algılamayan bir zihin durumuna sahipler. Tehlikeli olduğunu biliyorlar ama kendilerine zarar vereceği konusunda en ufak bir endişe taşımıyorlar. Buradan da şunu anlıyoruz ki; korku ve endişe değişken ve kesinlikle kontrol edilebilir bir şey!
Matematik dersleri kimi insan için kaygı verici iken kimisi için de çok eğlencelidir. Ama matematikle arası iyi olan da diğerinin korkmadığı bir başka şeyden korkabilir. Mesela bazı insanlar sizin düşmanlık içinde olduğunuz insanlarla gayet iyi geçinebilmekte, ilişkilerinde hiçbir sorun yaşamamaktadır. Bu örneklerden de, korkunun genel olarak herkesin yaşadığı ama kişiye özel bir olgu olduğu sonucuna varılabilir.
Bir de herkes için geçerli olan temel korkular vardır. Örneğin yolda yürürken üzerimize inşaattan büyük bir kalas parçasının düşe geldiğini görsek, hiç düşünmeden, kaç ya da savaş tepkisini devreye sokarak büyük bir heyecan ve telaşla kendimizi kurtarmaya çalışırız. Şüphesiz, bu istisnasız olarak tüm canlıların yapmak zorunda olduğu bir harekettir. Çünkü burada korkuyu kontrol ederek hayatta kalma şansımız yoktur. Biz kendi içimizde korkuyu kontol etsek de etmesek de kalas bize çarpar ve net bir şekilde zarar görürürüz. Buradan da, “sadece kontrol edebildiğimiz şeylerden korkmaz ve zarar görmeyiz” gibi bir sonuca varmak mümkündür.
Aslına bakarsanız KST, sadece bildiğimiz anlamda tehlike ve tehdit karşısında değil bir çok yerde devreye girer. Mesela sınava girerken; iş görüşmesi sırasında soruları yanıtlarken; verdiğiniz bir sözü yerine getiremediğinizde; patronunuz size hesap sorarken, hatta evlenme teklif ederken bile…Kısacası içinde korku, kaygı, başarısızlık endişesi yaşamaya neden olan olan her konuda KST devrededir. Bu tip korkular sağlam bir psikolojik motivasyonla rahatlıkla kontrol edilebilir bir hale getirilebilir. Ancak üzerimize kalas düşmesi örneğinde olduğu gibi meydana gelen tehlikeler karşısında korkuyu dönüştürerek tehlikeyi bertaraf etmek pek mümkün değildir. Daha anlaşılabilir olsun diye şöyle bir örnek vereyim; mesela deprem sırasında yaşadığınız korkuyu dönüştürmek depremi durdurmaz. Ama, eğer korkmaz, endişe etmez ve panik yapmaz veya kendisine zarar verme düşüncesi taşımazsanız hiçbir canlı size zarar vermez. Nörolojik olarak bir arızası yoksa tabii ki…
Bir de şunu eklemek isterim; yazının içeriğinden de anlaşılacağı üzere korku kötü bir şey olmayıp, tam tersi yararlı tarafları olan bir olgudur. Ancak, Bu konuda da diğer birçok konuda olduğu gibi işin dengesini kaçırmış ve korkunun işlevini yanlış anlar hale gelmişiz. Asıl işlevi hayatta kalmayı sağlamak korku, tarafımızdan abartılınca duygu durumu dengesizliklerinden psikolojik sorunlara kadar, hayatı olumuz yönde etkileyecek birçok problemin de ana kaynağı haline dönüşmüş.
Naci Kesener
SAVAS Bireysel Savunma Sistemleri